26 Eylül 2011 Pazartesi

Bir Kitabı Yarıda Bırakmak

Bir kitabı yarıda bırakmak çoğu kişiye göre yanlış bir davranıştır. Bazıları bunu kitaba, yazara ve edebiyata yapılmış saygısızlık olarak algılar. Haklı oldukları taraflar olabilir. Fakat ben öyle düşünmüyorum. Nasıl beğenmediğimiz bir filmi kapatıyor, sinema salonundan çıkabiliyorsak. Eğer bir kitabı ve yazarın uslubunu beğenmediysek kitabı da yarıda bırakabiliriz.
Hatta neden yarıda bıraktığımızı yazara bir elektronik posta göndererek eleştirebiliriz. Bu hem bizim ne kadar iyi bir okur olduğumuzu gösterir hem de yazarın okuyucu tarafından beğenilmeyen yönlerini öğrenmesini sağlar. Böylece ne kitaba, ne yazara ne de edebiyata saygısızlık yapmamış oluruz.
Kitap okumanın tadına varmış ve sayfaların kokusuna hayran olan herkese selam olsun. Bol kitaplı günler...

4 Ağustos 2011 Perşembe

Toplum Mühendisliği ve Medya Etkisi


Toplum mühendisliği genel anlamda farklı enstrümanlar kullanarak toplumu yönlendirmeyi amaçlamaktadır. Bu enstrümanların en önemlisi yazılı ve görsel basındır. Bunun nedeni hiç şüphesiz ki bireylerle doğrudan iletişim kurmanın en kolay yolunun medya olmasıdır.  Televizyon kanalları ve günlük gazeteler sahip oldukları siyasi görüş ile topluma hitap etmektedirler. Bazı basın organları milliyetçi, bazıları sosyalist, bazıları muhafazakâr, bazıları da liberal görüşleriyle yine aynı görüşe sahip bireylere hitap ederler. Fakat temel unsur burada başlamamaktadır. Çünkü dünya görüşü olarak keskin çizgilere sahip olan kişileri yönlendirmek toplum mühendisleri için zor bir uğraştır, burada temel amaç arada kalmış bireylere ulaşmak ve onları yönlendirmektir. Özellikle ülkemizde toplumun çoğunluğu bu arada kalmış sınıf içerisinde yer almaktadır. Televizyonda gördükleri, gazetelerde okudukları kişilerin görüşlerinin ve onlara aktarılan bilgilerin doğru olduğuna inanmaktadırlar. Toplumun genelinde, basına karşı sergilenen bu güven aynı şekilde kullanılarak toplum yönlendirilir. Ait olunan kültür ile hedeflenen değerler arasındaki çatışma bireylerin karar karmaşası yaşamasına neden olmaktadır. Hedeflenen değerlere(çoğu zaman dini unsurlar) sahip kişiler veya bu şekilde davranan kişilere olan itibar artmakta ve liderliği kabul edilmektedir. Böylece siyasi otorite güçlendirilebilmekte veya değişimi sağlanmaktadır.
Bir diğer açıdan medya kültürel yozlaşmaya ve değer yargılarında farklılaşmayı da beraberinde getirmektedir. Buna en güzel örnek, 90’lı yılların ortasında ‘’Televole’’ isimli programla başlayan magazin programı akımı gösterilebilir. Toplumun geneli bu programda yer alan kişilerin yaptıklarını onaylamasa da onları izlemekten zevk almaktadır. Bunun temel nedeni hedeflenen toplumsal değerlere sahip olmayan kişileri eleştirme istediğidir. Bireyler sunulan kişilerin ahlaki ve/veya dini olarak kendilerinden daha zayıf olduğunu düşünerek kendilerini özel hissederler. Bir diğer unsur da ekranlardaki ve gazetelerdeki ünlülerin kendilerinden daha zengin olmasıdır. Işıltılı görünen hayatlar kişileri kendisine çekmektedir. Bu prime time olarak adlandırılan televizyon kuşağında yayınlanan programlar bir süre sonra kişilerin dedikodu yapma isteğini azdırmakta ve onları kendisine bağımlı hale getirmektedir. Bu şekilde yönlendirilen bireyler hayatlarını daha fazla etkileyecek kararlarda da medyanın yardımını aramaktadır. Seçimlerden önce hangi siyasi liderin haberi daha fazla ve cazip yapılırsa ona karşı sempati beslemek bu duruma bir örnektir. Aynı şekilde Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşanan karışıklıklarda bireyler olaylara her zaman medyanın tarafından bakmışlardır. Amerika’nın Irak’a açtığı savaşın özgürlük adı altında daha sempatik gösterilmesi, Kuzey Afrika’daki isyanların yansıtılması ve son olarak Amerika ve Fransa öncülüğünde NATO’nun Libya ile savaşması buna örnek olarak gösterilebilir. 
 

10 Haziran 2011 Cuma

Para İçin Ne Yapmazdınız?


Bir gün, iktisat profesörü ve asistanı yolda yürüyorlarmış. Ama öyle binalar arasında, kaldırım, hınca hınç trafiğin olduğu bir yol değil. Bir köy yolu; ineklerin, keçilerin, koyunların otlamadan döndükleri bir yol. Profesör asistanına döner ve ‘yerdeki tezeği ağzına alırsan sana 1000 lira vereceğim’ der. Asistan düşünür ve 1000 lira için profesörünün teklifini kabul eder, 1000 lirayı alır. Biraz ilerledikten sonra aynı teklifi bu kez asistanı hocasına yapar ve profesör de teklifi kabul eder. Çok geçmez ve asistanı sorar ‘yarım saat önce de hiç param yoktu şimdi de yok ve sizin aynı şekilde 1000 liranız hala cebinizde… Böyle bir şeyin ne anlamı oldu ki şimdi?’ profesör cevaplar ‘Evet… Ne sen para kazandın ne de ben kaybettim ama 2000 liralık işlem yapmış olduk.’
Dünlerin birinde bir televizyon programı gözüme ilişti, ‘Şanslı Masa’. Her yerine kameralar yerleştirilen bir restauranta gelen çiftlerden birisine(özellikle bayan) bir teklif yapılıyor. 5000 lira kazanmak ister misin? Eğer kişi teklifi kabul ederse belirli bir süre içerisinde rejideki iki beyefendinin söylediklerini yapıyor ve partnerini çileden çıkartıyor. Durum böyle olunca ortaya ilginç görüntüler çıkıyor şüphesiz. Sonuçta da süreç başarılı tamamlanırsa çifte 5000 lira veriliyor ve teşekkürler eşliğinde uğurlanıyorlar.
Programı izlerken ben de kocaman kahkahalar patlattım açıkçası fakat biraz düşününce, kişilerin para için partnerlerine kişiliklerini hiçe sayarak hareket etmelerine pek anlam veremedim. Durdum, düşündüm 5000 lira iyi para, yarım saat böyle bir şeye katlanıp 5000 lirayı partnerimle bölüşmek gayet mantıklı… yani para insanlara farklı şeyler yaptırabilir. Örnekleri çoğaltmak mümkün…
Para demişken bu tılsımlı kağıt parçasının rengi nedir? İçimden bir ses bas bas bağırdı. Yeşil? Kırmızı? Sarı?... arkadaş ortamında birden ‘Durun size bir sorum var’ diyerek atladım ortaya ve şaşkın bakışlara paranın rengini sordum. Cevaplar küçük kağıtlara yazıldı ve kimse bir diğerinin cevabını görmedi. Ve bizim çocuklar istemeden de olsa hepsi farklı bir renk yazdı… yeşil, sarı, kırmızı, mavi, yavru ağzı vs.
‘Para, para, para… Varlığı bir dert, yokluğu yara…’
Şarkılarımızda, dertlerimizde, sevinçlerimizde, mutluluğumuzda kısacası hayatımızın her yerinde var olan temel semboldür ‘Para’. Her daim sorulur ‘para her şey midir?’ ve cevap hiç şaşmaz ‘paradan daha önemli şeyler vardır.’ Para hiç bir şeydir ve bir o kadar da her şeydir aslına bakarsak.
Para ve hayallerimiz arasında derin ilişki vardır. Yeterli paraya sahip değilsek ve ‘ah bir zengin olsam…’ düşüncelerimiz varsa, para bizim için ‘beyaz’dır. Üzerine istediğimiz rakamı yazabileceğimiz bir açık çek… hayallerimizi dolduracak, gemi olacak, uçak olacak, çiçek olacak bir beyaz kağıt. Ya çok paramız varsa? İşte o zamanda ‘siyah’tır. İstediğimiz her şeyi aldığımız, tükettikçe üzerini karaladığımız, karanlıklara yolladığımız hayallerimizi temsilen…
Ne yazıktır ki, ne ‘siyah’ ne de ‘beyaz’ adam yerine konulmaz. Renkten sayılmaz ki onlar. Orada vardırlar ama geçip gitmiş, öteki olmuşlardır…

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Şarkılar Bazen Çok Şey Anlatır

Bu günlerde atmosfer buram buram seçim kokuyor. Böyle günler daha bir kasvetli gelir bana. Seçim stratejileri; anonslar yapan seçim otobüsleri, mitingler, televizyon programları ve dahası... Fakat bu seçim döneminin diğerlerinden bir farkı daha var. O da sosyal medya denilen olgunun da bu sürece dahil edilmesi...
Siyaset yazmayı pek sevmem ama içimden bir ses bana bağırıyor, 'Seçim stratejilerini yorumla, yaz, çiz...'
Şimdilik bu kadarla kalmak istiyorum ve güzel bir şarkı ile sözümü bağlayayım. Zaten maksat da yazmak değil, dinlemek, dinletmek,izlemek, izletmek,söylemek, söyletmek...






5 Mart 2011 Cumartesi

Meraklısına, Akıldışı Ama Öngörülebilir

Blog’da yayınlamak için sabırsızlandığım kitaplardan bir tanesi de Dan Ariely’nin Akıldışı Ama Öngörülebilir kitabını bitirdim. Kitap hakkında satın alır almaz bir şeyler yazacaktım. Fakat Can Dündar’ın TRT’de katıldığı bir programda 'Okuduğumdan daha çok yazmaktan kaçınıyorum.' sözü aklıma geldi.(En azından böyle bir şey dediğini hatırlıyorum) En nihayetinde kitap bitti ve görüşlerimi daha net söyleyebilirim.
Dan Ariely Duke Üniversitesinde psikoloji ve davranışsal iktisat profesörüdür. Üç yıl önce yayınlanan bu kitaptan benim daha yeni haberim oldu. Ne büyük bir kayıptır…
Kitapta genel olarak Ariely’nin verdiğimiz kararların akıldışılığı üzerine yaptığı çalışmalar bulunuyor. Bu çalışmalar öyle garip tabirlerle anlatılmıyor. Gayet yalın bir dil kullanılmış. Okudukça verdiğim kararların akıldışılığının farkına vardım. Eminim okuyan herkes bunun farkına varacaktır…
Pazarlama, davranışsal iktisat, psikoloji, ekonomiye ilgi duyanların okuması gereken bir başyapıt bile diyebilirim. Biraz abartı olabilir ama bu benim düşüncem…
Kitabı genelde mp3 çalarımı kulağıma takıp, otobüste okudum. Hatta öyle çok yapmışım ki bunu, bazı şarkıları duyduğumda aklıma direk bu kitap geliyor. Ama her güzel şey gibi bu kitap da bitti ve raftaki en güzel yerlerden birinde yerini alacak…
Kitap bittiğine göre bu güzelliği herkesle paylaşma vakti geldi. Benden tavsiye kesinlikle okumalısınız! Kitaptaki genel konular üzerine bir şeyler yazmak istemiyorum. Çünkü her konu çok güzel. Özellikle de plasebo etkisi üzerine yazılan bölüm beni çok heyecanlandırdı…
Kitabın sonunda Profesör Ariely beraber çalıştığı meslektaşları hakkında da görüşlerini belirtmiş. Benim de çok hoşuma gitti. İş arkadaşlarına kitabında yer vererek alçak gönüllüğünü de göstermiş oldu ‘Profesör Ariely’. Tahmin edersiniz ki kitap tercüme, İngilizceniz iyiyse orijinal diliyle okumanızı tavsiye ederim…’Predictably Irrational’
Not: Kitap bağımlılık yapmaktadır. Okumaya karar verdiğinizde diğer işlerinizi ayarlayınız! İyi okumalar…

2 Mart 2011 Çarşamba

Küpeli Adam Meclise Giremezmiş

Gidion Mbuvi, Kenya'da ''Zengin Adam'' lakaplı bir milletvekili. 35 yaşında olan Mbuvi küpe taktığı için meclis başkanı tarafından meclise alınmamış. Meclis başkanının Mbuvi'yi meclise almamasının nedeni de giyim tarzının meclisin itibarına uymaması olarak açıklanmış.
Sayın Mbuvi'nin resmini gördüğümde 'Aa hip hop'çu milletvekili' demekten kendimi alamadım. Aklıma 50 Cent, Eminem, Sagopa Kajmer gibi isimlerin parlementoda nasıl duracağı geldi. Gözümde canlandırdım da...
Mbuvi'ye helal olsun diyorum, adam tarzını korumuş arkadaş. Fazla söze ne gerek var ki...

22 Şubat 2011 Salı

Arılardan Yaşam Dersleri !


Yaşam içerisinde türlü problemlerle karşı karşıya geliriz. Aslında bu problemler anlayanlara kendimizi geliştirmemiz için birer nimettir. Fakat bizler çoğu zaman çözümü farklı boyutlarda ararız ya da çözmemek için bahaneler üretiriz. Bakan ve gören gözler için çözüm kendi doğamızda saklıdır. Gerek birey gerekse toplum olarak mutlu olabilmek için arılar üzerinde yapılan araştırmalara göz atmak akıllıca olacaktır.
Arılar 500 gram bal için 3 milyon 750 bin defa çiçeklere konup kalkıyor. Bir kilo bal için ise 40 bin arı, 6 milyon çiçeği dolaşıyor. Peteği doldurabilmek için ise 100 milyon çiçeğin nektarını emiyor ve 100.000 km kanat çırpıyorlar. Bu arıların bir tanesi de dönüp arkasını öbür arılar nasıl çalışıyor acaba? Diyerek diğerlerini kontrol etme gereği duymuyor. Birbirlerine tam bir güven içindeler! (*)
Yaşamımızda önemli yeri olan bilgisayarlar saniyede 16 milyar aritmetik işlem yaparken, arılar bu sürede-daha az enerji harcayarak- 10 trilyonluk işlem yeteneğine sahipler. (**)
Bir koloninin satılabilecek 1 kg bal üretebilmesi için 8 kg bal tüketmesi gerekiyor. Bu da koloninin 6 kez dünya turuna çıkması demek. Arılar bu işi canla başla yapıyor ve genetik tembelliğe yer yok! Arı Cumhuriyetinde uyanıklık edip ‘birkaç gram bal da kendime saklayayım’ diye peteği hortumlamak olası değil. Ve tüm arılar gün doğumuyla işe başlar ve yine gün batımıyla işlerini bırakırlar. Tabii hiçbir arı da ‘ Kraliçe hanım rahat edecek diye ben geberene kadar çalışmam arkadaş’ demiyor. Karşı kovandakileri kıskanıp onların peteklerine dadanmamışlar. Birlikten ayrılıp başka bir kovanda Cumhuriyetlerini ilan etmeyi de düşünmemişler…(***)
Her petek gözünün altıgen olması esas peteğin direncini sağlıyormuş. Böylece kilolarca balı taşıyabiliyor. Evet, şimdi hep beraber arılardan onlara ‘’Hayvan’’ dediğimiz için özür dileyelim. Milyonlarca yıldır fitne fesattan uzak sorumluluklarını sürdürdükleri için, başka arıların yapıklarını onlar hayatlarını kısıtlayarak temizlemek zorunda olmadıkları için…
*Başarı istiyorsak tüm bireylerin birbirine güvendiği, saygı duyduğu, arılar gibi çalıştığı bir ekibimiz olacak.
**Başarı istiyorsak yeni bir şeyler bulacağız ya da mevcut olanı geliştireceğiz.
***Başarı istiyorsak tembellik yapmayacağız, ülkeyi ya da çalıştığımız kurumu hortumlamayacağız, işten kaytarmak için fırsat kollamayacağız, çalışmalarımızı başkalarına göre şekillendirmeyeceğiz, başkalarının olana el uzatmayacağız, birlikten ayrılıp ayrı bir devlet kurmayı düşünmeyeceğiz!!!
İşin özü sözü bir ‘’Arı gibi olacağız, ARI’’ Ama küçük bir farkla; Marjinal arı olacağız...
Arılar birbirlerini sokmazlarmış ayrıca… Arıyı sokan başka bir arı gören var mı?
Bu blog yazımı yazmamda esinlendiğim ödev metnini (insan için bunları yapmak hayal olsa da) bizlere verdiği için Aytül Tekay Hocama sevgiler…