Bir kitabı yarıda bırakmak çoğu kişiye göre yanlış bir davranıştır. Bazıları bunu kitaba, yazara ve edebiyata yapılmış saygısızlık olarak algılar. Haklı oldukları taraflar olabilir. Fakat ben öyle düşünmüyorum. Nasıl beğenmediğimiz bir filmi kapatıyor, sinema salonundan çıkabiliyorsak. Eğer bir kitabı ve yazarın uslubunu beğenmediysek kitabı da yarıda bırakabiliriz.
Hatta neden yarıda bıraktığımızı yazara bir elektronik posta göndererek eleştirebiliriz. Bu hem bizim ne kadar iyi bir okur olduğumuzu gösterir hem de yazarın okuyucu tarafından beğenilmeyen yönlerini öğrenmesini sağlar. Böylece ne kitaba, ne yazara ne de edebiyata saygısızlık yapmamış oluruz.
Kitap okumanın tadına varmış ve sayfaların kokusuna hayran olan herkese selam olsun. Bol kitaplı günler...
Orada, ötede beride gördüklerimi yazıyorum. Tabiatıma göre şekillendirdiğim kırık dökük cümlelerle kendimi ifade etmeye çalışıyorum. Biraz acılı, biraz neşeli, biraz yaramaz ama en nihayetinde kimseyi kırmadan, incitmeden yazıyorum. Acıttıklarım, eleştirdiklerim varsa, sürç-i lisan edersek affola...
26 Eylül 2011 Pazartesi
4 Ağustos 2011 Perşembe
Toplum Mühendisliği ve Medya Etkisi
Toplum mühendisliği genel anlamda farklı enstrümanlar kullanarak toplumu yönlendirmeyi amaçlamaktadır. Bu enstrümanların en önemlisi yazılı ve görsel basındır. Bunun nedeni hiç şüphesiz ki bireylerle doğrudan iletişim kurmanın en kolay yolunun medya olmasıdır. Televizyon kanalları ve günlük gazeteler sahip oldukları siyasi görüş ile topluma hitap etmektedirler. Bazı basın organları milliyetçi, bazıları sosyalist, bazıları muhafazakâr, bazıları da liberal görüşleriyle yine aynı görüşe sahip bireylere hitap ederler. Fakat temel unsur burada başlamamaktadır. Çünkü dünya görüşü olarak keskin çizgilere sahip olan kişileri yönlendirmek toplum mühendisleri için zor bir uğraştır, burada temel amaç arada kalmış bireylere ulaşmak ve onları yönlendirmektir. Özellikle ülkemizde toplumun çoğunluğu bu arada kalmış sınıf içerisinde yer almaktadır. Televizyonda gördükleri, gazetelerde okudukları kişilerin görüşlerinin ve onlara aktarılan bilgilerin doğru olduğuna inanmaktadırlar. Toplumun genelinde, basına karşı sergilenen bu güven aynı şekilde kullanılarak toplum yönlendirilir. Ait olunan kültür ile hedeflenen değerler arasındaki çatışma bireylerin karar karmaşası yaşamasına neden olmaktadır. Hedeflenen değerlere(çoğu zaman dini unsurlar) sahip kişiler veya bu şekilde davranan kişilere olan itibar artmakta ve liderliği kabul edilmektedir. Böylece siyasi otorite güçlendirilebilmekte veya değişimi sağlanmaktadır.
Bir diğer açıdan medya kültürel yozlaşmaya ve değer yargılarında farklılaşmayı da beraberinde getirmektedir. Buna en güzel örnek, 90’lı yılların ortasında ‘’Televole’’ isimli programla başlayan magazin programı akımı gösterilebilir. Toplumun geneli bu programda yer alan kişilerin yaptıklarını onaylamasa da onları izlemekten zevk almaktadır. Bunun temel nedeni hedeflenen toplumsal değerlere sahip olmayan kişileri eleştirme istediğidir. Bireyler sunulan kişilerin ahlaki ve/veya dini olarak kendilerinden daha zayıf olduğunu düşünerek kendilerini özel hissederler. Bir diğer unsur da ekranlardaki ve gazetelerdeki ünlülerin kendilerinden daha zengin olmasıdır. Işıltılı görünen hayatlar kişileri kendisine çekmektedir. Bu prime time olarak adlandırılan televizyon kuşağında yayınlanan programlar bir süre sonra kişilerin dedikodu yapma isteğini azdırmakta ve onları kendisine bağımlı hale getirmektedir. Bu şekilde yönlendirilen bireyler hayatlarını daha fazla etkileyecek kararlarda da medyanın yardımını aramaktadır. Seçimlerden önce hangi siyasi liderin haberi daha fazla ve cazip yapılırsa ona karşı sempati beslemek bu duruma bir örnektir. Aynı şekilde Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşanan karışıklıklarda bireyler olaylara her zaman medyanın tarafından bakmışlardır. Amerika’nın Irak’a açtığı savaşın özgürlük adı altında daha sempatik gösterilmesi, Kuzey Afrika’daki isyanların yansıtılması ve son olarak Amerika ve Fransa öncülüğünde NATO’nun Libya ile savaşması buna örnek olarak gösterilebilir.
10 Haziran 2011 Cuma
Para İçin Ne Yapmazdınız?
Bir gün, iktisat profesörü ve asistanı yolda yürüyorlarmış. Ama öyle binalar arasında, kaldırım, hınca hınç trafiğin olduğu bir yol değil. Bir köy yolu; ineklerin, keçilerin, koyunların otlamadan döndükleri bir yol. Profesör asistanına döner ve ‘yerdeki tezeği ağzına alırsan sana 1000 lira vereceğim’ der. Asistan düşünür ve 1000 lira için profesörünün teklifini kabul eder, 1000 lirayı alır. Biraz ilerledikten sonra aynı teklifi bu kez asistanı hocasına yapar ve profesör de teklifi kabul eder. Çok geçmez ve asistanı sorar ‘yarım saat önce de hiç param yoktu şimdi de yok ve sizin aynı şekilde 1000 liranız hala cebinizde… Böyle bir şeyin ne anlamı oldu ki şimdi?’ profesör cevaplar ‘Evet… Ne sen para kazandın ne de ben kaybettim ama 2000 liralık işlem yapmış olduk.’
Dünlerin birinde bir televizyon programı gözüme ilişti, ‘Şanslı Masa’. Her yerine kameralar yerleştirilen bir restauranta gelen çiftlerden birisine(özellikle bayan) bir teklif yapılıyor. 5000 lira kazanmak ister misin? Eğer kişi teklifi kabul ederse belirli bir süre içerisinde rejideki iki beyefendinin söylediklerini yapıyor ve partnerini çileden çıkartıyor. Durum böyle olunca ortaya ilginç görüntüler çıkıyor şüphesiz. Sonuçta da süreç başarılı tamamlanırsa çifte 5000 lira veriliyor ve teşekkürler eşliğinde uğurlanıyorlar.
Programı izlerken ben de kocaman kahkahalar patlattım açıkçası fakat biraz düşününce, kişilerin para için partnerlerine kişiliklerini hiçe sayarak hareket etmelerine pek anlam veremedim. Durdum, düşündüm 5000 lira iyi para, yarım saat böyle bir şeye katlanıp 5000 lirayı partnerimle bölüşmek gayet mantıklı… yani para insanlara farklı şeyler yaptırabilir. Örnekleri çoğaltmak mümkün…
Para demişken bu tılsımlı kağıt parçasının rengi nedir? İçimden bir ses bas bas bağırdı. Yeşil? Kırmızı? Sarı?... arkadaş ortamında birden ‘Durun size bir sorum var’ diyerek atladım ortaya ve şaşkın bakışlara paranın rengini sordum. Cevaplar küçük kağıtlara yazıldı ve kimse bir diğerinin cevabını görmedi. Ve bizim çocuklar istemeden de olsa hepsi farklı bir renk yazdı… yeşil, sarı, kırmızı, mavi, yavru ağzı vs.
‘Para, para, para… Varlığı bir dert, yokluğu yara…’
Şarkılarımızda, dertlerimizde, sevinçlerimizde, mutluluğumuzda kısacası hayatımızın her yerinde var olan temel semboldür ‘Para’. Her daim sorulur ‘para her şey midir?’ ve cevap hiç şaşmaz ‘paradan daha önemli şeyler vardır.’ Para hiç bir şeydir ve bir o kadar da her şeydir aslına bakarsak.
Para ve hayallerimiz arasında derin ilişki vardır. Yeterli paraya sahip değilsek ve ‘ah bir zengin olsam…’ düşüncelerimiz varsa, para bizim için ‘beyaz’dır. Üzerine istediğimiz rakamı yazabileceğimiz bir açık çek… hayallerimizi dolduracak, gemi olacak, uçak olacak, çiçek olacak bir beyaz kağıt. Ya çok paramız varsa? İşte o zamanda ‘siyah’tır. İstediğimiz her şeyi aldığımız, tükettikçe üzerini karaladığımız, karanlıklara yolladığımız hayallerimizi temsilen…
Ne yazıktır ki, ne ‘siyah’ ne de ‘beyaz’ adam yerine konulmaz. Renkten sayılmaz ki onlar. Orada vardırlar ama geçip gitmiş, öteki olmuşlardır…
18 Mayıs 2011 Çarşamba
Şarkılar Bazen Çok Şey Anlatır
Bu günlerde atmosfer buram buram seçim kokuyor. Böyle günler daha bir kasvetli gelir bana. Seçim stratejileri; anonslar yapan seçim otobüsleri, mitingler, televizyon programları ve dahası... Fakat bu seçim döneminin diğerlerinden bir farkı daha var. O da sosyal medya denilen olgunun da bu sürece dahil edilmesi...
Siyaset yazmayı pek sevmem ama içimden bir ses bana bağırıyor, 'Seçim stratejilerini yorumla, yaz, çiz...'
Şimdilik bu kadarla kalmak istiyorum ve güzel bir şarkı ile sözümü bağlayayım. Zaten maksat da yazmak değil, dinlemek, dinletmek,izlemek, izletmek,söylemek, söyletmek...
5 Mart 2011 Cumartesi
Meraklısına, Akıldışı Ama Öngörülebilir
Blog’da yayınlamak için sabırsızlandığım kitaplardan bir tanesi de Dan Ariely’nin Akıldışı Ama Öngörülebilir kitabını bitirdim. Kitap hakkında satın alır almaz bir şeyler yazacaktım. Fakat Can Dündar’ın TRT’de katıldığı bir programda 'Okuduğumdan daha çok yazmaktan kaçınıyorum.' sözü aklıma geldi.(En azından böyle bir şey dediğini hatırlıyorum) En nihayetinde kitap bitti ve görüşlerimi daha net söyleyebilirim.
Dan Ariely Duke Üniversitesinde psikoloji ve davranışsal iktisat profesörüdür. Üç yıl önce yayınlanan bu kitaptan benim daha yeni haberim oldu. Ne büyük bir kayıptır…
Kitapta genel olarak Ariely’nin verdiğimiz kararların akıldışılığı üzerine yaptığı çalışmalar bulunuyor. Bu çalışmalar öyle garip tabirlerle anlatılmıyor. Gayet yalın bir dil kullanılmış. Okudukça verdiğim kararların akıldışılığının farkına vardım. Eminim okuyan herkes bunun farkına varacaktır…
Pazarlama, davranışsal iktisat, psikoloji, ekonomiye ilgi duyanların okuması gereken bir başyapıt bile diyebilirim. Biraz abartı olabilir ama bu benim düşüncem…
Kitabı genelde mp3 çalarımı kulağıma takıp, otobüste okudum. Hatta öyle çok yapmışım ki bunu, bazı şarkıları duyduğumda aklıma direk bu kitap geliyor. Ama her güzel şey gibi bu kitap da bitti ve raftaki en güzel yerlerden birinde yerini alacak…
Kitap bittiğine göre bu güzelliği herkesle paylaşma vakti geldi. Benden tavsiye kesinlikle okumalısınız! Kitaptaki genel konular üzerine bir şeyler yazmak istemiyorum. Çünkü her konu çok güzel. Özellikle de plasebo etkisi üzerine yazılan bölüm beni çok heyecanlandırdı…
Kitabın sonunda Profesör Ariely beraber çalıştığı meslektaşları hakkında da görüşlerini belirtmiş. Benim de çok hoşuma gitti. İş arkadaşlarına kitabında yer vererek alçak gönüllüğünü de göstermiş oldu ‘Profesör Ariely’. Tahmin edersiniz ki kitap tercüme, İngilizceniz iyiyse orijinal diliyle okumanızı tavsiye ederim…’Predictably Irrational’
Not: Kitap bağımlılık yapmaktadır. Okumaya karar verdiğinizde diğer işlerinizi ayarlayınız! İyi okumalar…
2 Mart 2011 Çarşamba
Küpeli Adam Meclise Giremezmiş
Gidion Mbuvi, Kenya'da ''Zengin Adam'' lakaplı bir milletvekili. 35 yaşında olan Mbuvi küpe taktığı için meclis başkanı tarafından meclise alınmamış. Meclis başkanının Mbuvi'yi meclise almamasının nedeni de giyim tarzının meclisin itibarına uymaması olarak açıklanmış.
Sayın Mbuvi'nin resmini gördüğümde 'Aa hip hop'çu milletvekili' demekten kendimi alamadım. Aklıma 50 Cent, Eminem, Sagopa Kajmer gibi isimlerin parlementoda nasıl duracağı geldi. Gözümde canlandırdım da...
Mbuvi'ye helal olsun diyorum, adam tarzını korumuş arkadaş. Fazla söze ne gerek var ki...
22 Şubat 2011 Salı
Arılardan Yaşam Dersleri !
Arılar 500 gram bal için 3 milyon 750 bin defa çiçeklere konup kalkıyor. Bir kilo bal için ise 40 bin arı, 6 milyon çiçeği dolaşıyor. Peteği doldurabilmek için ise 100 milyon çiçeğin nektarını emiyor ve 100.000 km kanat çırpıyorlar. Bu arıların bir tanesi de dönüp arkasını öbür arılar nasıl çalışıyor acaba? Diyerek diğerlerini kontrol etme gereği duymuyor. Birbirlerine tam bir güven içindeler! (*)
Yaşamımızda önemli yeri olan bilgisayarlar saniyede 16 milyar aritmetik işlem yaparken, arılar bu sürede-daha az enerji harcayarak- 10 trilyonluk işlem yeteneğine sahipler. (**)
Bir koloninin satılabilecek 1 kg bal üretebilmesi için 8 kg bal tüketmesi gerekiyor. Bu da koloninin 6 kez dünya turuna çıkması demek. Arılar bu işi canla başla yapıyor ve genetik tembelliğe yer yok! Arı Cumhuriyetinde uyanıklık edip ‘birkaç gram bal da kendime saklayayım’ diye peteği hortumlamak olası değil. Ve tüm arılar gün doğumuyla işe başlar ve yine gün batımıyla işlerini bırakırlar. Tabii hiçbir arı da ‘ Kraliçe hanım rahat edecek diye ben geberene kadar çalışmam arkadaş’ demiyor. Karşı kovandakileri kıskanıp onların peteklerine dadanmamışlar. Birlikten ayrılıp başka bir kovanda Cumhuriyetlerini ilan etmeyi de düşünmemişler…(***)
Her petek gözünün altıgen olması esas peteğin direncini sağlıyormuş. Böylece kilolarca balı taşıyabiliyor. Evet, şimdi hep beraber arılardan onlara ‘’Hayvan’’ dediğimiz için özür dileyelim. Milyonlarca yıldır fitne fesattan uzak sorumluluklarını sürdürdükleri için, başka arıların yapıklarını onlar hayatlarını kısıtlayarak temizlemek zorunda olmadıkları için…
*Başarı istiyorsak tüm bireylerin birbirine güvendiği, saygı duyduğu, arılar gibi çalıştığı bir ekibimiz olacak.
**Başarı istiyorsak yeni bir şeyler bulacağız ya da mevcut olanı geliştireceğiz.
***Başarı istiyorsak tembellik yapmayacağız, ülkeyi ya da çalıştığımız kurumu hortumlamayacağız, işten kaytarmak için fırsat kollamayacağız, çalışmalarımızı başkalarına göre şekillendirmeyeceğiz, başkalarının olana el uzatmayacağız, birlikten ayrılıp ayrı bir devlet kurmayı düşünmeyeceğiz!!!
İşin özü sözü bir ‘’Arı gibi olacağız, ARI’’ Ama küçük bir farkla; Marjinal arı olacağız...
Arılar birbirlerini sokmazlarmış ayrıca… Arıyı sokan başka bir arı gören var mı?
Bu blog yazımı yazmamda esinlendiğim ödev metnini (insan için bunları yapmak hayal olsa da) bizlere verdiği için Aytül Tekay Hocama sevgiler…
9 Şubat 2011 Çarşamba
Gökyüzünün Efendisi: Türk Hava Yolları
Air Transport World(ATW) – havacılık sektörünün önemli yayınlarından bir tanesi olan bu kurum, 37 yıldır Havayolu Endüstrisi Başarı Ödüllerini düzenliyormuş. Dergi 2010 yılının ‘’Pazar lideri’’ ödülüne THY ( yani bizi) layık görmüş ve ödülü Sn. Temel Kotil almış. Tebrikler ve başarılarının devamını diliyorum.
Sayın Kotil konuşmasında çalışanlarına ve Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’a teşekkür etmiş. Çalışanlar tamam da …
Kurum en iyi havayolu şirketi olarak Emirates Havayollarını bu ödüle layık görmüş. Umarım gelecek yıllarda bu ödülü de kazanan THY olur.
Verilen bu ödülün tarihçesine bakacak olursak;
2010 AirTran Airways2009 Norwegian Air Shuttle
2008 Star Alliance
2007 Air Canada
2006 GOL
2005 Air Asia
2004 Siberia
2003 Lan Chile
2002 JetBlue
2001 Jet Airways
2000 Ryanair
1998 Virgin
1997 -
1996 Asiana
1995 Martinair
1994 British Midland
1993 -
1992 Britannia Airways
1991 -
1990 Brymon
1989 All Nippon
1988 -
1987 -
1986 -
1985 Eastern
1984 -
1983 People Express
1982 PBA
1981 Piedmont
1980 USAir
1979 Texas International
1978 American
1977 Laker Airways
1976 Western, Pan Am
1975 Air Jamaica
1974 Ethiopian, Austrian
4 Şubat 2011 Cuma
Değişik Bir İş Fikri: Sanal Ofis
Ayda 200 liraya Caddebostan’da denize karşı –sekreter ücreti de dahil- bir ofisiniz olmasını ister miydiniz? Bu sorunun cevabına evet diyorsanız okumaya devam edebilirsiniz…
Bir kaç gün önce etohum.com tarafından Bahçeşehir Üniversitesinde organize edilen Girişimcilik Zirvesine katılma fırsatımız oldu. İki arkadaş gittik, biraz geç gittiğimiz için oturacak yer bulamasak da orada olmak çok verimliydi. Bu verimliliğin bizim için ifadesi Sunumax kurucusu Sadık Kocabaşa ile tanışma şansına eriştik. Karşılıklı görüş alışverişinde bulunduk ve Sadık Beyin Sanal Ofis uygulaması bana yazmaya değer geldi.
Gelelim işin uygulama kısmına; kartvizit bastırıyorsunuz ve üzerine fiyakalı sayılacak ofisimizin adresini, telefon numarasını ve kendi logonuzu(isminizi) yazıyorsunuz. Ofise sizin adınıza gelen aramalar sekreter tarafından karşılanıyor ve size yönlendiriliyor. Konuşmak istemezseniz de arayan kişiden varsa notu alınıyor ve böylece telefon görüşmeleri gerçekleştiriliyor. Gelelim ikinci konuya, ya ofisinizde toplantı yapmanız gerekiyorsa? Bunun da çözümü hazır, ofiste denize bakan bir toplantı odası mevcut. Etrafta da öyle afiş, logo vs. yok. Konuklarınızı bu toplantı odasında rahatlıkla ağırlayabiliyorsunuz. Tabii çaylar şirketten J
İş hayatına yeni atılanlar ve ofis maliyetini düşürmek isteyenler için alternatif bir proje gibi duruyor. Muzip bir eylem olsa da gayet yararlı ve denemeye değer. Yazması bizden denemesi de sizden olsun…
30 Ocak 2011 Pazar
Bizim Sucudan İnovasyon Dersi
Sizlere İstanbul’un arka muhitlerinden birisindeki bir sucudan bahsetmek istiyorum. Bildiğimiz suculardan biraz farklı tabiî ki. Alt tarafı sucu demeyin. Yaratıcı, hızlı ve çalışkan bir sucu…
İki yıl kadar önce damacana(19lt) su satışı ile işe adım atıldı. Aile işletmesi, bir kişi gelen telefonlara bakıyor boşta olan diğer kardeşler de su servisi yapıyorlar. Buraya kadar her şey olması gerektiği gibi. Asıl hikaye bundan sonra başlıyor. İşe başladıktan sonra ilk iş karvizit bastırıp, kapı kapı dağıtıldı. Arayan kişilere mümkün olan en kısa sürede suları ulaştırılıyor, ama eksik olan bir şeyler göze çarpmıyor değildi. Daha sonra bir bilgisayar ile müşterilerin adresleri kaydedildi ve dağıtılan kartvizitlerin arkalarına her müşteri için ayrı bir numara verildi. Arayanlar artık numaralarını söylüyorlar ve su adreslerine daha kısa sürede ulaştırılıyor. Bu da yetmedi artık müşterilerin ev numaraları ya da sıklıkla kullandıkları numaralar sisteme kaydediliyor ve müşterinin çağrı yapması ile su 10 dakika içinde evinde oluyor.
Bu uygulama hem zamandan hem de müşteri açısından telefon maliyetini düşüren bir unsur. Satıcı ve alıcı en asgari düzeyde kayıpla alışverişi tamamlıyor. Haliyle bizim sucu buralarda Pazar payını ciddi anlamda arttırıyor, hatta artık tekel…
Değişimin, yeniliğin, yaratıcılığın küçüğü büyüğü olmuyor. Her seviyede işletme için yapılabilecek güzel uygulamalar ve alternatifler mevcut. Yeter ki düşünelim ve uygulayabilelim. Aferin bizim sucu.
24 Ocak 2011 Pazartesi
Kamyon Arkası Yazılara Veda
Yeni yıl ile hayatımızdan çıkan en üzücü(!) değer kamyon arkası yazıları olsa gerek. Diğer şoförlerin dikkatini dağıttığı gerekçesi ile kaldırılan yazılara bu yapılanı onaylayanlar kadar onaylamayanların da olduğunu düşünüyorum.
Kamyon arkası yazıları halkımızın yaratıcılık katsayısının ne kadar yüksek olduğunu ortaya koymaktadır. Buna katılmak ya da katılmamak size kalmış, ben böyle düşünüyorum. Zaman zaman kahkahalarla güldüğümüz bu yazılarla vedalaşmak bana zor geliyor. Geçtiğimiz günlerde bindiğim bir dolmuşta bir kez daha çok şaşırdım ve helal olsun dedim. Aracın dışına koymak yasaksa biz de içeri koyarız yaklaşımına sahip bir dolmuşçu ağabeye denk geldim. Dolmuşta birkaç tabelaya yazıları asmıştı. Ben de keyifle –biraz da tebessüm ile- bu yazıları okudum. Tebrikler dolmuşçu ağabey…
Bu konu hakkında biraz araştırma yapınca Horoz Lojistik firmasının 2007 yılında yaptığı kamyon arkası yazıları yarışmasını gördüm ’’Yollarda kamyonlar, dillerde sizin sözünüz dolaşsın!’’. Birinci yazıya 4 bin lira vermişler üstelik. Yarışmada dereceye giren yazıları okudum hepsi çok orijinal ve espriliydi. Birinci yazı ‘’Kamyon çeker 10-20 ton. Gönlüm çeker Paris Hilton’’ Serkan Demirel, İstanbul.
Getirilen uygulama ile yazıların kaldırılmasını tartışmak bana ne derece düşer, ne ölçüde etkili olabilirim bilmiyorum ama bildiğim ben bu yazıları seviyordum. Direksiyon başında ekmek parasını kazanan şoför ağabeylerime buradan selam olsun, hayırlı işler diliyorum.
Not: Gönderdiğim e-maile gösterdikleri ilgi ve samimiyetten ötürü Horoz Holding’e sonsuz teşekkürler.
20 Ocak 2011 Perşembe
Okumayı Sevenlere İki Güzel Öneri: Homoekonomikus, Bir İktisatçı Gazete Okuyor
Bu yazımda sizlere iki kitaptan söz etmek istiyorum. Bunlar sırasıyla; ‘’Homoekonomikus’’ ve ‘’Bir iktisatçı gazete okuyor’’.
Bu iki kitap da Doç. Dr. Murat Çokgezen’e ait; Homoekonomikus 2007, Bir iktisatçı gazete okuyor ise 2010 yılında Liberte Yayınevi aracılığıyla okuyucuların beğenisine sunuldu.
İlk olarak ağabey sayılacak Homoekonomikus’dan başlamak istiyorum. Kitapla tanışmam 2008 baharına denk geliyor. O dönemde Selçuk Üniversitesine bağlı Karaman İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinde işletme birinci sınıf öğrencisiydim ve dersimize yardımcı olarak bu muhteşem kitap önerildi. Kitapta her gün ana haber bültenlerinde sıkça duyduğumuz konulara farklı bir pencereden bakılmaktadır. Kitabı tanımlarken en doğru ifade ‘’Hayata ve olaylara ekonomik bakış’’ olacağı kanısındayım. Kitabın kapağındaki bu slogan her şeyi özetliyor. İktisat okuyan ve ilgi duyan herkesin okuması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum.
Bir iktisatçı gazete okuyor’u, Homoekonomikus’a göre biraz daha atıştırmalık bir kitap olarak tanımlayabilirim. Hoş, kitabın önsözünde de bu konuya yeteri kadar vurgu yapılmış. Daha kısa yorumlardan oluşan kitabın, her sayfada yüzünüzde muzip bir tebessüm oluşması normaldir. Kalabalık içinde bu kitabı okumamanız şiddetle tavsiye edilir, birileri ‘’bu adam ne okuyor böyle’’ diyerek kitabınızı elinizden alabilir ya da size deli muamelesi yapabilir.
Bu iki kitap hakkında yapılabilecek tek olumsuz eleştiri, temin etmeniz gerçekten zor olabilir. Benim o şekilde olmuştu. Yayıncı kuruluştan kaynaklanan bu problem umarım okuma isteğinizi zedelemez. Ve bir küçük tavsiye de kitapları yaş sırasına göre okumanız. Malum büyüklere öncelik vermek lazım…
Okurken mutlu dakikalar geçirmeniz dileğiyle, umarım sizler de beğenirsiniz.
Unutmadan, yazarı çok beğendim diyorsanız www.e-konomist.net ve ekonomiturk.blogspot.com adreslerinden takip edebilirsiniz.
Not: Bugün Sn. Murat Çokgezen ile tanışma şerefine eriştim. Bir saatin nasıl geçtiğini anlamadım. Böyle bir fırsatı bana verdiği için sonsuz teşekkürler. Umarım zamanı uygun olur ve üniversitemizde de kendisini ağırlayabiliriz.
16 Ocak 2011 Pazar
BuluşTrend, 2011
15 Ocak 2011, Buluştrend'in 2011 yılındaki ilk toplantısına ben ve iki arkadaşım katıldık. Bizimle beraber birbirinden değerli girişimci ruhuyla içi kıpır kıpır olan arkadaşlarla tanışma ve fikir alışverişinde bulunma şansına sahip olduk. Daha önceki Buluştrend toplantılarından farklı olarak -Fatmanur Erdoğan Hanım'ın tavsiyesi üzerine- dairesel olarak oturuldu ve girişimcilik tecrübeleri, fikirleri paylaşıldı.
Günün tartışma konusu hiç şüphesiz Fatmanur Hanım'ın üzerinde bir şeyler söylememizi istediği ''Marka'' söylemi üzerine gelişti ve farklı görüşler birbiri ardına sıralandı. Marka algısının ne kadar öznel ve tartışılır olduğunu bir kez daha görmüş olduk. Ne var ki, bence bu tartışmada eksik bir şeyler vardı. Açıklaması güç ama galiba kendimizi geliştirmeye ihtiyacımız var arkadaşlar. Zaaflarımız vardı, giderilebilir...
Günün bir diğer önemli tartışma konusu da internet girişimciliği üzerine cereyan etti. Bu konuda çok güçlüydük. Volkan Kırtok, Ömer Ekinci, Fatmanur Erdoğan, Diziport.com 'dan Emrah bey olur da güzel fikirler havada uçuşmaz mı?
Günün sonunda Fatmanur Hanım'ın on kişiye hediye ettiği kitap benim için çok anlamlıydı. Bir İktisatçı Gazete Okuyor, kitap hakkında ben de bir şeyler yazacağım...
Günün sonunda Fatmanur Hanım'ın on kişiye hediye ettiği kitap benim için çok anlamlıydı. Bir İktisatçı Gazete Okuyor, kitap hakkında ben de bir şeyler yazacağım...
Günün içeriğini çok fazla anlatmak istemiyorum. Katılanlar arasında kalsın. Merak edenler bir sonraki Buluştrend'lerden bir tanesine erkenden giderek bu tecrübeyi yerinde tadabilir.
Son olarak Erdem Genç'e teşekkürler. Geldi, alkışlattı ve gitti :)
7 Ocak 2011 Cuma
Noel Baba, Tektaş yüzük ve Volkswagen'in kaplumbağası...
Geçen günlerin birinde Milliyet gazetesinde bir haber gözüme takıldı. Devrim yaratan 6 reklam… Haberin içeriğine girdiğimizde karşımıza birkaç sorunun cevabı çıkıyor. Noel baba neden kırmızı giyer? Evlenirken neden tektaş yüzük takılır? Volkswagen’in kaplumbağası nasıl bu kadar ünlendi? Gibi.
Bu soruların cevapları,
Dünyanın en büyük elmas üreticilerinden Güney Afrikalı DeBeers firmasının ‘’evlenirken tektaş yüzük takılır’’ reklamı, Volkswagen’in II. Dünya Savaşı sonrasındaki ‘’Küçük düşün’’ kampanyası, Coca-Cola’nın 1939 yılında şişman, neşeli ve kırmızı giyen Noel Baba çizimleri yılbaşılarımıza ayrı bir tat katan Noel Babaların imajını belirlemiş.
İşin özü, reklamlar önemlidir, güzeldir, değerlidir… Reklam sadece ünlü isimlerle bol sıfırlı anlaşmalar yapmak değildir. Aksine bol sıfırlardan birkaç tanesini reklam filmi yapanlara aktarmak daha ekonomik çözümler üretebilir. Biz de güzel reklamlar izler, beğeniriz ve alışveriş yaparız…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)